Gölbaşı’nda bir sabah,
Zehra teyzenin tül perdesi dans ediyor —
sanki dedemin cenazesi hâlâ çıkmamış evden.
İçeride kahve cezvesi
aniden taşar,
bir şey gibi bu:
bir kadın ağlayınca önce çenesi titrer ya —
öyle.
Dışarıda eskicinin sesi gelir,
“eski hayatlar alııınır!”
Duymaz gibi yaparız,
ama hepimiz veririz bir şey:
ben yirmi beş yaşımı verdim geçen yaz,
rulo yapıp balkon demirine astım,
rüzgar aldı, götürdü.
Aşk dedikleri,
fincanın dibinde susmuş telve gibi;
onu anlamak için ya dili,
ya ömrü yalamak şart.
Ayşe’ye mektup yazdım dün,
“seni kaybetmenin tadı
damağımda Ermeni mezarlığı gibi kaldı,”
dedim —
o cevabı Fatiha ile verdi.
Ve sonra anladım:
bazı insanlar dua değil, suskunlukla gömülür.
İsmail Kafi Duymaz