Bu yazı, Martijn Benders’in bu Hollandaca makalesine dayanmaktadır.
Şiirimi İngilizceye çevirmek neden Almanca, İtalyanca ya da Türkçeye çevirmekten daha zor?
Şiirimi İngilizceye çevirmek neden mesela Almanca, İtalyanca ya da Türkçeye çevirmekten çok daha zor? Kolay bir yanıt olarak şu öne sürülebilir: çünkü diğer diller doğaları gereği daha lirik – dilin dokusunda gezinen melodi bu dillerde şiirsel bir nitelik taşımayı daha kolay hale getiriyor. Ama bu yarım bir gerçek.
Asıl sorun daha derinlerde yatıyor. İngilizce daha inatçı bir dil. İfade bakımından yetersizliğinden değil – tam tersine – ne var ki tuhaf bir şekilde bunu ancak İngilizceyle ifade edebiliyorum: concise – özlü, yoğun, keskin. İngilizler ve Amerikalılar kesinliğe, netliğe, cerrahi bir berraklıkla yerine oturan ifadelere önem verir. Biz Hollandaca konuşanlar belki şöyle deriz: İngilizce tam bir titizlik ustası, kusursuzluk bekleyen bir dil.
İngiltere’de de bu dilsel sertliği hissedersiniz – davranışlara dair korse orada biraz daha sıktır. Bu durum dile de yansıyor. Her kelime tetikte bekler. En ufak bir kabahatle hemen kulise yollanacakmış gibidir.
Belki de İngilizce konuşanların eserimi daha eleştirel bir gözle değerlendireceklerini hayal ediyorum – bu taraftan gelen hüküm sanki daha amansızdır. Belki de bu sadece sömürgeci ilişkilerden kalma bir tortudur; içimde bir yerlerde hâlâ uygarlık piramidinin tepesinin Somerset’te durduğunu düşünüyorumdur. Değerlendirici orada yaşıyor yani. Dolayısıyla İngilizceye çevirmek, aynı zamanda bir denetim sürecidir – başarısız olunabilecek bir sınav gibi.
Her ne olursa olsun, What Shall I Buy for Your Darkwilde Powers, William adlı eserimin İngilizce versiyonu için büyük bir özveriyle çalıştım. Gönül rahatlığıyla diyebilirim ki: Ortaya çıkan sonuç orijinalinden aşağı kalmıyor. Hatta – belki bu İngilizce versiyon daha iyi bir kitap bile olmuş olabilir.
İngilizce el yazması 70 sayfa tutuyor; orijinaliyse 93 sayfaydı. Çok bilinçli bir kararla bazı şiirleri çıkardım; çünkü yeniden okuduğumda bu dizeler bana çok savruk ve yönsüz geldi. O dönemde bu şiirlerin kitapta yer almasını, derlemenin uçsuz kaçsız yapısına uygun bulmuştum; fakat çeviride bu dizeler tutunacak bir zemin kaybetti. Daha sıkı İngilizce ızgaraya karşı dirençsizdiler.
Üstelik Willem hiçbir zaman en güçlü derlemem değildi. Ne var ki bu kez İngilizce görünümünde ortaya çıkan kitap dikkate alınması gereken bir derlemeye dönüştü – kendine has, keskin bir ışıltıya sahip bir eser. Sadece Hollandaca içinde değil, dışındaki dünyaya da dayanıklı bir kitap. Bu, çevirinin gücüne dair bir şey söylüyor – ama belki de şiirin başka bir ışık altında her defasında yeniden doğma becerisine daha çok işaret ediyor.
Kapanışta sözü bu eşsiz İngilizce baskının önsözünü kaleme alan G.P. Tatch’a bırakıyorum:
What Shall I Buy for Your Darkwilde Powers, William için Önsöz
Hangi ölçütle bakarsanız bakın What Shall I Buy for Your Darkwilde Powers, William? dizginlenemeyen, parlayan bir geliş: titreyen toynaklarla varan, dillerle konuşan ama vizyonu rahatsız edecek kadar keskin bir kitap. Bu şiirler – kimi ninni gibi mırıldanıyor, kimiyse yanan bir televizyonun ağzından fışkıran parazit gibi kıvılcımlanıyor – hem tamamıyla kurgusal hem de acı verici bir şekilde tanıdık bir dünyaya ait. Martijn Benders’ın ikinci derlemesinde dil, direnişle şefkatin sarhoş bir buluşma noktası: lirik olan bir palyaço maskesi takmaya zorlanıyor; ironi hakiki bir şeye duyduğu aşkı itiraf etmeye sürükleniyor.
Güzelliğin sıraya girmeyi reddettiği bir alandayız. “Şiir”, bedene isyanla gelişen bir dil haline geliyor. Bu şiirleri okumadan geçemezsiniz: sendeleyip savruluyor, mırıldanarak uluyorlar. Kendi atmosferlerini kuruyor gibiler: bürokratik bir ahiret, neon ışıklı nostalji, yabanıl bir şefkat ve ruhsal bir muziplik karışımı.
Bu şiirlerdeki ses – ya da çatışan seslerden oluşan koro – neyin söz konusu olduğunun farkında: 11 Eylül sonrası mecazların başarısızlığı, politik dilin çürümesi, özgünlüğün metalaşması. Yine de umutsuzluğa kapılmıyor bu şiirler. Aksine, çevreyi eşeliyorlar. Yıkıntıları yutup, onları garip ve unutulmaz imgeler olarak kusuyorlar. Ahirette yem toplayan bir horoz. Ay görevine gizlenmiş bir terapi seansı. “Hamurumsu, yalvaran” bir çocuğa verilen bir silgi hediyesi. Her sahne bir VHS kaset gibi titreyerek, bozulup tekrar şekillenerek akıyor.
Benders geleneksel lirik kapanışlarla ya da içgörü paketleriyle ilgilenmiyor. Şiiri, zorlukla tutunabilen bir yapıdan zevk alarak yazıyor. Cümle yarıda çöküyor, değişerek yeniden doğuyor. Tekrarlar anlamı mutasyona uğratıyor. Özdeyişler saçmalığın içine yuvarlanıyor. Sürekli tekrar eden çalışma ortamına özgü detaylar – havlu makineleri, çöp kutuları, motivasyon sloganları – realizme gönderme yapmak için değil, modern yüceliği çağırmak için orada: entropinin, sıradanlığın arkasındaki sevimsiz mekanizmaların şiiri bu. Atalarımız perilere inanırdı; bizse şimdi performans değerlendirmelerine inanıyoruz.
Ancak bu absürtlüğün altında kalan ve en çok akılda kalan şey, şiirlerin taşıdığı aşk ve özlem nabzı. Bu şiirler duygularla dolu – kamuflajlı bile olsalar. Snow adlı şiirinde Benders şöyle yazıyor: “Aşk, yalnızca bir kişi konuştuğunda ölen bir ağız.” Bu, nükleer sığınağın içinde karalanabilecek bir cümle gibi; ya da bir yastığın öte yakasından fısıldanmış gibi. Kitap, bağlantı kurma arzusunun hayaletiyle dolu – bu arzuyu gerçekleştirme yolları ile alay etse bile. Visit to the Department of Wonders’da benliğe “bir zamanlar hangi melektim” diye soruluyor ve ardından karla kaplı bir dünyaya salınıyor: “evde beni bekleyen misafirler var.” Bu alaycılık değil. Bu, karanlık bir büyüye yerleştirilmiş yas.
Bu kitabı “Hollandalı” olarak tanımlamak hem doğru hem de gereksiz olurdu. Evet, Hollanda şiirinin hayaletleri sayfalar arasında dolaşıyor – Gorter eski bir içki dostu gibi anılıyor, Bilderdijk ise bir mezarlıkta oyalanıyor – ama bu şiirler ulusötesi hissettiriyor. Heisenberg, Marx, Debussy – kötü bağlantılı bir hoparlörden dökülüyorlar. Godard da var, Proust da, intihar ve sandviçlerle aynı cümlede geçen Noel ışıkları da. Dil sokak ağzıyla metafiziği, oyun parkıyla küllüğü, lirik ile oyunbaz olanı ustaca birbirine bağlıyor.
Ve mizah – bu kitapta çok fazla mizah var – bir kaçış değil, başka bir hakikat düzeyi. Şakalar vaaz ciddiyetiyle yapılıyor. İroni burada bir poz değil, bir zorunluluk: hâlâ hayata delicesine âşık olmayı sürdüren bir insanın yegâne kalkanı.
Daha zayıf bir şair belki bu gerilimi çözmeye çalışırdı. Benders onu kucaklıyor. Ölüm, anı, cinsel gariplik ve işyeri sıradanlığı arasında dönüp duran lanetli bir atlı karıncayı sürerken gülüyor – anlamın her şey olduğuna ve hiçbir şey olmadığına aynı anda inanan biri gibi.
Şiirin sıklıkla uslu olması – teselli vermesi, hizaya gelmesi, terbiyeli bir köpek gibi davranması – beklendiği bir çağda bu kitap uluyor, koltuğa işiyor ve sonra dönüp size unutulmaz tek bir çiçek uzatıyor. Kabul edin, değişmiş olacaksınız.
Belki işte bu kitabın sırrı da burada yatıyor. Deliliğin, absürtlüğün ve başkaldırının altında What Shall I Buy for Your Darkwilde Powers, William adlı bu eser, ismini koymaya direnen şeye yazılmış bir aşk mektubu. Karanlığı renkle dolu. Vahşiliği bilinçli. Güçleri – kelime, imge ve nefes – gerçek.
G. P. Tatch, Upper Widdershins, Somerset